Read this article in English
Bugün bu harika konferansı kapatıyor olmaktan dolayı son derece gururluyum. Tüm gönüllülere geçtiğimiz yıl boyunca bu büyük günü örgütlemek için harcadıkları çabadan ötürü teşekkür etmek isterim; lütfen onları alkışlayalım.
Konferansımız hepsi de feminizmi ilgilendiren meseleler olan geniş bir dizi başlığı kapsadı. Bu kusurlu dünya bizim de dünyamız ve bu yüzden her konu feminizmle de alakalı. Biz bu dünyanın %53 çoğunluğunu oluşturuyoruz! Siyasetle, savaşla, barışla, işle, hukukla, kalkınmayla ilgili olup da ucu bize dokunmayan hiçbir şey yok. Bu alanlarda çoğu zaman temsil edilmiyor olsak da ve bu konularla ilgili karar alma süreçlerinde yer almasak da bu böyle. İşte bu nedenle, kendi politikamızı oluşturabileceğimiz, birbirimizin sözünü ve fikirlerini dinleyeceğimiz ve zaten sahip olduğumuzu bildiğimiz çözümlere inanmamıza alan açan bugünkü gibi organizasyonlar son derece önemli.
Bu konferans herkese açıktı ve oldukça iyi bir katılım oldu. Bu da hareketimizin gücünü ve 2000’lerin başından beri büyümekte olduğunu gösteriyor.
Özellikle son iki yıldır medyada ve kültürümüzde feminizmin görünürlüğü ve temsili açısından büyük bir dönüşüm gerçekleşti. Neredeyse her gün medyada bir tür feminist tepki ya da yorum yer almakta. Bu, sizler gibi aktivistler ve feminist hareket sayesinde mümkün oldu. Kolektif hareketimiz, yaratıcı kampanyalarımız, kamu seferberliği ve doğrudan eylemlerimiz yoluyla, önemli olduğunu düşündüğümüz konulara dikkati çekmeyi ve sadece bu konular üzerine yorum yapmakla kalmayıp, bunlara dair haber yapmayı da başardık. Bu da, sadece çatışmanın ötesinde bir şeyler yapabileceğimiz, faal mücadele edebileceğimiz, tabiri caizse hücuma geçebileceğimiz, kendi gündemimizi kabul ettirebileceğimiz, güçlü ve yeniden canlanan bir hareketin habercisi.
Tabi ki dışarıda bunu saldırgan bulan pek çok kimse var. Onlar hareketimizin gücünü saldırgan buluyorlar, feminizmin gücünden, kadınların bağımsızlığından rahatsız oluyorlar. Bunlar tam da kadınları sosyal medyada, twitterda ve facebookta, yorum sayfalarında, internet sitelerinde, bloglarda, nefret söylemleri ve yalanlar yayarak sessizleştirmeye çalışanlar. Bu insanlar sadece fikirlerimize katılmamakla kalmayıp, başka hiçbir fikir sahibi olmadan bizi karşılarına alıyorlar.
Erkekler görüşlerini her gün medyada dile getiriyorlar. Çoğu zaman bunun sonucunda eleştiri de alıyorlar. Tartışma dediğimiz şey budur ve biz sahneye çıktığımızda bunu da kabul ediyoruz. Fakat insanlar çoğu zaman kadın yorumcularla bu seviyede ilişki kurmuyor. Burada insanlar derken erkekleri kastediyorum. Pek çok erkek kadınlarla bu noktada iletişim kurmuyor ve hemen, gerçekten hiç vakit kaybetmeden tehdit etmeye başlıyorlar. Hem de öyle gelişigüzel de değil; cinsel şiddet içeren tehditler oluyor hep bunlar.
Bu durum kadınlara, orada erkeklere hizmet için bulunduklarını, erkeklerin entelektüel alanında dolaştıklarını, erkeklerin bağımsızlığına teşebbüs ettiklerini ve kadınlar üzerinde otorite kurmaya cüret eden erkekleri gücendirdiklerini hatırlatıyor. Cinsel şiddet tehditleri kadınlar ve erkekler arasındaki derin ayrılığı değiştirilemez kılmaya, kadınlara başarıları, görüşleri ne olursa olsun yine de kadın olduklarını, dolayısıyla nesneleştirilebilir, aşağılanabilir ve bir grup olarak erkekler tarafından yıldırılabilir olduklarını hatırlatmaya yeltenen en düşük ortak paydadır.
Cinsel şiddet ve kadınların cinsel olarak nesneleştirilmelerindeki artış aslında kadınların gelişmelerini, eşitlik kazanımlarını, ilerlemelerini, teorik ya da pratik olarak önceden sadece erkeklere açık olan alanlara girmelerini takip eder. Cinsel şiddetin ve kültürümüzde temsil ediliş şeklinin amacı kadınları tekrar eski konumlarına itmek; bütün kazanımlarımıza rağmen kadınları erkekler için alınabilir, çalınabilir, kullanılabilir ve kırılabilir bir görsel nesneye indirgemektir. Bu şiddet kısmen, kadınların eşitliğe doğru ilerlemesini kırılgan üstünlüklerine bir saldırı olarak gören bir grup olarak erkeklerin öfkelerini dindirmek için gerçekleşiyor. Bu, kadınların da insan oldukları ve sonsuza kadar sindirilemeyeceklerine dair bastırılmış ama son derece doğru bilgiye dayanan, üstünlük savunusu biçiminde bir karşı saldırıdır.
Bu tehditler hiç de öyle boş tehditler değil; bu salondaki pek çok kadın eminim bunu biliyordur. Ama çok erkeğin anlamayı beceremediği şey tam da bu! Kadın düşmanı tacizci ve tecavüzcülerden bahsetmiyorum; onlar ne yaptıklarını gayet iyi biliyorlar. Ama daha genel olarak erkekler, kendi durdukları yerden, erkeklik avantajının getirdiği “üstten bakış” açılarıyla şunu anlamıyorlar: “Öyle kastetmiyor” olsalar bile, “sadece söylüyor” olsalar bile, “kadınları koruyor” olsalar bile, “asla bir kadına zarar verecek bir şey yapmayacak” olsalar bile, cinsiyetçilikleri, mağduru suçlamaları, sözüm ona şakaları, kasıtsız tehditleriyle kadınları yaralıyorlar. Çünkü kimsenin söylediği şeyi gerçekten kastedip kastetmediğini bilemeyiz. Kim tehditlerini gerçekleştirecek, kim gerçekleştirmeyecek, bilemeyiz. Yüzü olmayan adamların ve çocukların “Gönder” tuşuna basar basmaz muhtemelen unuttukları sayısız acınası lafı ve yorumu hatırlamak ve düşünmek zorunda kalan bizleriz. Erkek üstünlüğünün lüksü, kendini asla av gibi hissetmemenin lüksü tam da bu!
Kültürümüzdeki cinsel şiddet temsillerinin artışı ve cinsel şiddet içerikli tehditlerin görünürlüğü, erkek üstünlüğünün, ya da feminizmin “patriyarka” olarak adlandırdığı şeyin önlenemez bir geri tepişi. Bu geri tepiş de aslında anlaşılır bir şey. Bu bizim işimizi yaptığımızı gösteriyor, fark edilmeye yetecek kadar çok şey yaptığımızı gösteriyor. Feminizm radikal ve devrimci bir hareket. Kadının Kurtuluşu Hareketimiz kadınların kurtuluşuna ve herkes için eşitlik vadeden bir topluma yönelik küresel, politik bir hareket. Erkek üstünlüğünü sorgulamayı, ona meydan okumayı ve onu sonlandırmayı hedefliyoruz; bu devrimci bir şey, dünyayı dönüştürecek bir şey.
Statükoyu tehdit eden her hareket, statükonun değişmemesinden en çok çıkar sağlayan gruplar için sorun teşkil eder. Unutmamalıyız ki, kimse iktidardan gönüllü olarak vazgeçmez. İşte bu yüzden bizim hareketimiz sürekli bir mücadele olacak; bu mücadelenin en azından bu odada bulunan bizlerin hayatı boyunca süreceğini biliyoruz. Ama bizden çok önce hareketimizi şekillendiren, yolu bizim buraya kadar yürüyebilmemiz için açan kadınlar, tıpkı bizim şimdi biliyor olduğumuz gibi, daha o zamandan biliyorlardı ki, hiçbir şey sonsuza kadar sürmez ve değişim kaçınılmazdır.
Onun için, hareketimizin radikalliği konusunda özür dileyen bir tavra girmeyelim. Kadınlara özel alanlar için özür dilemek zorunda değiliz; bu alanlar hareketimizi güçlendiriyor, bizi güçlendiriyor. Değişim istediğimiz için; hiçbir şey bugün olduğu gibi kalmayacağı için; değişim, eğer bir gelecekten bahsediyorsak aslında kaçınılmaz olduğu için özür dilemek zorunda değiliz. O yüzden, artık yaptıklarımızla ilgili tekzipler yayınlamaya, insanlara herhangi bir davranışlarını değiştirmek zorunda olmadıkları konusunda güvence vermeye, değişmek zorunda olmadıklarını, feminizmin bir tehdit olmadığını söylemeye son vermemizin vaktidir.
Elbette ki hareketimiz bir tehdit. Tabii ki de tehditkâr. Farklı bir dünya hayal etmeyen, bu hayali gerçek kılmak için elinden gelen her şeyi yapmayan bir sosyal hareketin ne anlamı var ki? Ayrıca, kendi aralarında eşit olmayan erkeklerle eşit olmaya çalışmaktan başka bir şey için uğraşmayan bir feminizmin ne anlamı olurdu ki? Kendileri de her aşamada ayrımcılığa uğrayan erkeklerle; ırkçılıkla, homofobiyle, sınıf sömürüsüyle karşı karşıya olan erkeklerle; düşük maaş alan, evsiz, işten atılmış, geçersizleştirilmiş, hapishanelere tıkıştırılmış erkeklerle; erkekliklerinin kanıtı olarak şiddete ya da ellerinden kaçan her şeyin telafisi olarak başkalarını kontrol etmeye sarılan erkeklerle. Kim bunlarla eşit olmak ister? Benim tanıdığım hiçbir feminist istemez.
Aynı şekilde, eşitsizlikte eşit olmak da istemiyoruz. Bu, benim ve birçoğumuzun dâhil olduğu, sözüm ona “kadın dergileri” ve “3. sayfa”lara karşı olanlar için geçerli; çünkü bunlar bariz biçimde cinsiyetçi, bariz biçimde cinsiyetli; çünkü bir dükkâna girdiğimizde erkekleri aynı şekilde sunan dergiler görmüyoruz. Ama bu, erkeklerin de aynı şekilde nesneleştirildiği ve aşağılandığı tarz bir eşitlik istediğimiz anlamına gelmiyor. Ve bu şekil bir cinsiyetçiliğe sofu ahlakçılar olduğumuz, ya da cinsellikle, çıplaklıkla bir derdimiz olduğu için değil, politik bir argüman üzerinden karşı çıkıyoruz. Nesneleştirmenin cinsellikle bir alakası olmadığını, yalnızca cinsiyetçilikle alakası olduğunu biliyoruz. Hareketimiz, yüzyıllardır kadınların cinselliklerini yaşama ve ifade etme haklarını, erkeklerin cinsel aktivitesini abartıp kadınları aynı aktivite için utandıran çifte standarttan azade biçimde kullanabilmeleri için savaştı. Bu, Birleşik Krallık Kadın Kurtuluş Hareketi’nin 1975’te benimsenen Yedi Talep’inden biriydi: Bütün kadınların kendi cinselliklerini tanımlama hakkı.
Yani hareketimiz ve politikalarımız hakkında üretilen mitleri düzeltmemiz gerekiyor, feminizm ve feministler hakkında söylenen yalanlara meydan okumamız gerekiyor. Hareketimizi küçümsememiz gerekmiyor, erkekleri sakinleştirmeye çalışmamız gerekmiyor. Erkek şiddeti hakkında, pornografinin ve seks endüstrisinin olağanlaşması hakkında konuşurken kendimizi tekzip etmemiz, bahsettiğimizin tüm erkekler olmadığını, feminizmin erkeklerden nefret etmediğini, erkeklerin bizden korkmasın lüzum olmadığını söylememiz gerekmiyor. Sanki korkacak en fazla şeyi olan, özellikle de erkeklerden korkmak zorunda olan bizler değilmişiz gibi. Sanki kaybedecek en çok şeyi olan biz değilmişiz gibi – sanki şimdiden bunların çoğunu kaybetmemişiz, çıplak şiddet sonucu hayatlar yitirilmemiş ya da temsillerin şiddeti sonucu dolaylı yoldan sarsılmamış gibi.
Bu yüzden, sessizlikten çıkar sağlayanlara, eşitsizlikten ve çarpık statükodan farklı derecelerde imtiyaz elde edenlere “Evet” dememiz gerekiyor. Evet, haklısınız, feminizm size yönelik bir tehdittir; hareketimiz sizin gücünüzü elinizden almaya çalışıyor, hani o aslında size ait olmayan, başkalarından çaldığınız gücü. Hareketimiz sizin dünyanızı değiştirmeye, dünyayı hepimiz için kurtarmaya çalışıyor.
Ama bu durumun kendisi zaten hareketimiz hakkında söylenen en yaygın yalanlardan birine, feminizmin, feministlerin erkek düşmanı olduğu yalanına dayanıyor. Feminizm erkeklerden nefret etmez. Feminizm insanlığa, hepimizin insanlığına karşı muazzam bir saygı besler. Bütün erkekleri aynı kefeye koymaz; aksine, bütün erkeklerin şiddet eğilimli ya da savaş taciri olmadığına işaret eder. Bizim siyaset teorimiz erkek şiddetinin aslında, hiç de biyolojik olmayan, tamamen siyasi bir tür toplumsal denetim biçimi olduğunu ortaya koyar.
Hareketimiz hakkındaki başka bir yalan da feminizmin kadınları mağdur yerine koyduğu. Yani hareketimizin olumsuz, karamsar, güçsüzleştirici, bazılarının dediği gibi “mağdur feminizmi” olduğu yalanı.
Açık konuşalım. Kadınları mağdur eden feminizm değildir. Kadınları mağdur eden, onları istismar etmeyi, onlara tecavüz etmeyi seçen, kendinde kadınları satın alma hakkını gören erkeklerdir. Kadınları feminizm değil bu erkekler mağdur eder. Feminizmse bunu durdurmayı, erkek egemenliğinin şiddetini sonlandırmayı amaçlar. Biz, kadınların bireysel deneyimlerine, hepimizi içeren kitlesel bir değişim amacıyla yaklaşıyoruz. Zaten güçlenmekten kastımız da bu.
Kadınların ezilmişliğinin adını koymak olumsuz ya da karamsar değil, özgürleştiricidir. Bizim hareketimiz, “Hayır, senin suçun değildi, kıyafetin yüzünden değildi, kiminle beraber olduğunla alakalı değildi, ne kadar alkollü olduğunla ilgili değildi, gece geç saatte eve yürüdüğün için değildi,” diyen milyarlarca kadını kapsıyor. Bizim hareketimiz ayrıca her kaybı, her onur kırıcı olayı, her saldırıyı içinde hissediyor; çünkü bu her birimizi ilgilendiriyor, birimizin ötesinde hepimizle birden ilgili. Bu, bir erkek kadar değerli olmadığı hissettirilen her kadınla; vücuduna yabancılaştırılan, vücudunu sevmeyen her kadınla; sadece cinsiyetinden dolayı kendini sorgulamak ve yargılamak zorunda bırakılan her kadınla; fırsatları elinden alınan her kadınla; yetersiz, ikinci sınıf hissettirilen her kadınla ilgili.
Bütün farklılıklarımıza rağmen kadınlar olarak paylaştığımız tek bir şey var ki, o da erkek egemen bir dünyada maruz kaldığımız cinsiyetçilik. Çoğu zaman paylaşmadığımız ama aslında paylaşmamız gereken başka bir şey de, cinsiyetçilik baskısına karşı kolektif bir direniş hareketinin içinde olmak.
Homofobi, kadın düşmanlığı ve güven eksikliği, kadınları dünyanın en eski ve en güçlü sosyal hareketlerinden biriyle, kendi hareketleriyle özdeşleşmelerinden alıkoyuyor. Oysa kadın düşmanlığına karşı çıkmak, kendimize, potansiyelimize, insanlığımıza olan inancımızı, güvenimizi onarmak bize, hepimize bağlı.
Toplumsal adalet istemekte utanacak, onur ve değer istemekte mahcup olacak ne var? Kendi inşa ettiğimiz dünyadan pay istemekte yanlış olan ne var? Feminizm sadece baskıdan en çok çıkar elde edenleri, insan ruhunu boğanları ve dünyayı durağanlaştıranları korkutur. Geri kalan bizlerinse gerçekten kaybedecek hiçbir şeyi yok ve elde edecek her şeyi var: Tamamlanacak bir devrim, kazanılacak bir dünya.
Translated from the English by Ayşe Toksöz, Elif Karaçimen and Selin Çağatay
Read more
Get our weekly email
Comments
We encourage anyone to comment, please consult the oD commenting guidelines if you have any questions.