
Flickr/GovernmentZA. Some rights reserved.
Uluslararası Af Örgütü’nün, Hindistan’ın nüfuz sahibi milli güvenlik danışmanı Shivshankar Menon ile aynı fikirde olmayabileceği birçok konu mevcut. Ancak insan hakları teşkilatı ile milli güvenlik danışmanının hemfikir olabileceği bir husus da mevcut. Menon: “Günümüzde güç, geçmişe kıyasla çok daha dengeli şekilde dağıtılmaktadır… Gücün çoklu dengelerini görmekteyiz ve birkaç gücün eş zamanlı olarak yükselmesi ile güç dengesi hızla değişime tabi tutuluyor.” dedi. Menon’un bakış açısına göre: “Güçte yaşanan bu çok akıcılık hali, bizlere bir fırsat sunmaktadır.”
Dünyadaki akıcılığın, jeopolitik fırsatlar sunduğu doğru bir önerme olduğuna göre, insan hakları ihlalleri üzerinde etki oluşturduğu gerçeği ise daha da geçerli bir önermedir.
Brezilya, Hindistan ve Güney Afrika, artık daha önce hiç olmadıkları kadar küresel oyuncu konumundalar. Endonezya, Türkiye, Nijerya ve diğer gelişmekte olan güçlerle birlikte bu ülkeler, büyük çaplı ve büyüyen bir politik güce sahip olmaktan faydalanmaktadırlar. Dünya çapındaki insan hakları meseleleriyle ilgili görüşlerini daha sesli olarak dile getirirlerse, dünya kamuoyunda güçlü nüfuz sahibi olabilmeleri mümkündür.
Ne yazık ki, şu zamana kadar bu ülkelerden, bu fırsatlara kaldıraç vazifesi görebilecek çok az hazırlık gördük.
Köhne Batının çifte standartları, tabii ki, kesinlikle ortadan kalkmamıştır. Amerika Birleşik Devletleri, Suudi Arabistan veya Bahreyn’deki insan hakları ihlâlleriyle ilgili açıklamalar yapmaya gönülsüz kalmaktadır. Washington, Başkan Mübarek’i açıkça bir (aslen Güney Amerika diktatörleri bağlamında konuşurken eski Amerikan başkanlığı ifadesiyle) “puştun teki, ama en azından bizim puştlarımızdan birisi” olarak değerlendirerek neredeyse son ana kadar desteklemişti.
Ancak batının ikiyüzlülüğü (gerek eski olsun gerekse yeni), gezegenin güneyinin yeni gelişen güçlü oyuncularının bu sağlıksız liderliği takip etmesi için bir sebep olamaz. Eğer ülkeler kendilerini birer küresel oyuncu olarak görüyorlarsa, insan haklarının savunulması da dahil olmak üzere küresel çapta önemli roller üstlenmelidirler.
Güney yarımkürenin doğru ve adil hitabetlerini benimsemeyi uygun gören– ve geçmişte insan hakları ihlâllerinden çok çekmiş olan – hükümetler de günümüzde, dünyanın her tarafında işlenen insanlık karşıtı insan hakları ihlâllerinden ve suçlarından uzaklaşmaya çoktan hazır durumdalar.
Örneğin, 50 yıl önceki ırkçı ve baskıcı bir hükümetin ve onun günümüzdeki demokrat halefinin yaklaşımları arasındaki benzerliği olan bir ülkedeki bu durum, en iyi ihtimalle rahatsızlık vericidir. Bu benzerlik karşısında hepimizin durup bir düşünmesi gerekiyor.
21 Mart 1960 tarihinde Güney Afrika güvenlik kuvvetleri, yürürlüğe konulan ve ırk ayrımcılığını destekleyen nitelikte bir yasanın adaletsizliğine karşı protesto gösterisinde bulunan 69 kişiyi öldürdü. Günümüzde bu vahşet Sharpeville katliamı olarak bilinir. Bu ölümler dünya genelinde büyük çaplı bir tepkiye neden oldu.
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin Sharpeville’de yaşanan ölümler hakkında açıklama yapmasını talep edenler arasında Birmanya hükümeti de vardı. Irk ayrımcılığı yapan hükümet öfkeliydi ve Güney Afrika’nın iç işleri üzerinde durmanın “en tehlikeli düzeyde bir emsal” teşkil edeceğinde ısrar ediyordu. Neyse ki Güvenlik Konseyi, büyükelçinin öfkeli tehditlerini savmayı başarmıştı. “Silahsız ve barışçıl göstericilerin büyük ölçekte katledilmesini” eleştiren ve Güney Afrika hükümetine ırksal farklılıkları gözetmeyi ve ırkçı ayrımcılık yapmayı bırakma çağrısı yapan 134 numaralı Güvenlik Konseyi Kararı, 1 Nisan 1960 tarihinde geçti. Kısaca, sağduyu ve insanlık üstün geldi.
Sahneyi neredeyse yarım yüzyıl sonrasına çevirin. Güney Afrikalıların cesareti ve uluslararası dayanışmasının bir arada toplanması, geçen zaman içerisinde tüm Güney Afrikalıların muzaffer bir şekilde özgürlüklerini kazanmaları anlamına geliyordu. 2007’de yeni Güney Afrika, elde edebileceği başarılara duyduğu büyük umutlarla Güvenlik Konseyi’nin yeni bir üyesi olarak sıcak bir şekilde karşılanmıştı.
12 Ocak 2007 tarihinde, Birmanya’da yaşanan (Myanmar) baskıyı ve şiddeti kınayan taslak bir karar Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin huzuruna geldi.
Ancak Güney Afrika hükümeti, ırk ayrımcılığı döneminde Birmanyalı insanlara Güney Afrika halkının faydalandığı küresel dayanışmanın aynısına tekabül eden karşılığı vermedi. Aksine, başkent Pretoria, Myanmar’ın ordu cuntasını uluslararası denetlemelerden örtüp saklamak için Moskova ve Pekin kuvvetlerine katıldı.
1960’daki ırk ayrımcısı seleflerinin kızgın açıklamalarına yakın, rahatsız edici seviyede bir uslup kullanan demokratik Güney Afrika’nın büyükelçisi, cuntanın uyguladığı şiddeti kınamanın ülkenin iç işlerine odaklanması anlamına gelmesi sebebiyle “Tüzük yetkilerine uygun olmadığını” savundu. Büyükelçinin açıkladığı bu gerekçe, BM Güvenlik Konseyi kararı oylanırken ülkesinin red oyu kullanmasının “temel” sebeplerden biriydi. Daha sonradan hükümet, Güvenlik Konseyi’nde sergilemiş oldukları duruşun “kendi gerekçelerine göre meşru” olduğunu ispatlamakla övünmüştü.
Güney Afrika gelişen güçler arasında, küresel dayanışmayı kendilerini ilgilendiren meselelerden biri olarak nitelendirmeyip dikkate almaya tek ülke konumunda değil.
Hindistan, ABD ve Sovyetler Birliği gibi süper güçlerin, dünyada yalnızca kendilerinin politik söz sahibi olduklarına inandıkları bir çağda başlatılmış olan Bağlantısızlar Hareketi’nin kurucularından biri olarak üstlendiği rolden gurur duymaktadır. Ancak bu esnada, “Bağlantısızlar” kavramı sıklıkla, “başka yerlerde kalkışılan suiistimallere karşı gözünü körükörüne kapama” ile eş anlamlı olarak anılır hale gelmiştir.
Ancak bu belirgin zorluklara rağmen, tarihin günümüzde bizi farklı bir yöne götürdüğüne ikna olduğumu hissediyorum.
Sivil toplum, hükümetlerin son yıllarda sergilemekten uzak olduğu etik duruşu, kendi liderlerinin sergilemesi talebinde bulunmaktadır. Bazen elde edilen zaferler olağanüstüdür.
İşçi sendikaları 2008 yılında Mugabe yönetimindeki Zimbabwe’ye silah getiren Çin gemisinin Güney Afrika’da yük boşaltmasının engellenmesini sağlamak üzere Güney Afrika hükümetini küçük düşürücü bir şekilde geri çekilmeye mecbur bıraktı. Güney Afrika hükümeti geminin yük boşaltmasına onay verirken, halk ise hayır dedi. Nihayetinde, başka bir yere yükünü boşaltmak için boş denemelere kalkışan gemi, Çin’e geri dönmeye mecbur bırakıldı.
Güney Afrika hükümetinin 2008 yılında, Zimbabwe’nin silahlanması için oynadığı rolün aksine, Nisan 2013’te tarihi nitelik taşıyan yeni bir küresel Silah Ticareti Anlaşması’na katılmayla sonuçlanan görüşmelerde bu anlaşmanın lehine önemli bir rol oynadı. 3 Haziran’da imzaya açılan yeni anlaşma ile ciddi insan hakları ihlallerinin yaşanma ihtimali yüksek olan ülkelere silah satışı engellenebilir.
Hindistan da, duruşunu karşı yöne doğru kaydırma sinyalleri göstermektedir. Hindistan dört yıl önce, Cenevre’deki İnsan Hakları Konseyi’nde Sri Lanka ile ilgili bir kararın geçirilmesine katkıda bulunmak üzere utanç verici şekilde baskın bir rol oynamıştı ve bu kararın kapsamı sadece, Sri Lanka hükümetine karşı eleştiriden kaçınılmasını öngörmekle sınırlı değildi. 2009 yılında savaşın son safhalarında Sri Lanka hükümetinin gerçekleştirdiği ve daha sonradan bir Birleşmiş Milletler raporunda “tüm uluslararası hukuk rejimine karşı yapılmış tehlikeli bir saldırı” olarak tanımlanan eylemlerine övgüde bulunarak duruşundan sapma göstermiştir.
2012 yılına gelindiğinde bazı şeyler değişmişti. Sri Lanka’nın Ölüm Tarlaları isimli televizyon belgeselinde ifşa edilenler yüzünden Hindistan parlamentosunda bir kargaşa oluşmuştu.
Hindistan, özellikle de ülke içi baskının etkisiyle, bir sonraki hafta Cenevre’de bu konuya ilişkin kritik bir karar lehinde oy kullandı. 2009’daki aynı konuda göstermiş olduğu duruşla olan çelişki bundan daha ciddi olamazdı.
Aynı eğilim, bu yıl da sürdü. Uluslararası Af Örgütü Hindistan şubesi, Mart ayında gerçekleşen İnsan Hakları Konseyi toplantısından önce, Sri Lanka’da daha güçlü bir sorumluluk gösterilmesini talep eden iki milyon imza topladı. Hindistan fikrini açıkça ifade etti ve Kasım ayında Sri Lanka’da yapılması planlanan İngiliz Uluslar Topluluğu zirvesinde çok önemli tartışmalara zemin hazırlayabilecek kritik bir karar lehinde oy kullandı.
1964’ten 1985’e kadar askeri bir rejimin boyunduruğunda halkı işkence ve şiddetten muzdarip olan Brezilya da, son yıllarda diğer ülkelerde baskıya maruz kalan halkların çektiği sıkıntılar göz ardı etmeye hazır bir tavır izliyor gibi görünmektedir. Ancak burada da, önemli ölçüde bir fikir kayması gördük. Nitekim Brezilya, 2011’de İran’daki İnsan Hakları konusunda özel bir raportör atanması lehine oy kullandı. 2013’te de, Kuzey Kore’de soruşturma yapan bir Komisyon lehine oy kullandı. Her iki oylama da küçük ama artık geçmişteki göz ardı edici uygulamalardan uzaklaşıldığını gösteren bir değişimi ifade etmiştir..
Hatta, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin büyük çaplı kınamada bulunduğu ve bunu engellemede en aleni rolü Rusya ve Çin’in üstlendiği Suriye konusunda, IBSA ülkeleri (Hindistan, Brezilya, Güney Afrika) kısmen tavırlarını değiştirdiler. Her üç ülke de 2011’de Güvenlik Konseyi’nin üyesiydi ve Güney Afrika ve Hindistan 2012’de de üyeliklerini sürdürmekteydi. Bu üç ülkenin fikrini dile getirmede sergiledikleri isteksizlik, Moskova ve Pekin’in yürüttüğü faaliyetlere kılıf oluşturmuştur.
Ancak burada da kısmen, yine yurt içinde gelişen baskılar doğrultusunda gerçekleşen bir sapma hareketi gördük. 2013’te Durban’da, BRICS ülkeleri (Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika) zirvesi sırasında gerçekleştirilen bir halk kampanyası, halen kapalı olan insani yardıma erişimin tamamen açılması hususuna değinerek BRICS ülkelerinin nihai bildirisinde Suriye’nin yer almasını sağladı.
Hepsinden önemlisi, yeni gelişen güçlerin insan hakları konusunda sadece destekleyici roller üstlenmediği, aksine lider rolünde bulunduğuna dair işaretler gördük.
Tarihi bir gelişme olarak, Brezilya ve Güney Afrika, 2011’de cinsel ayrımcılık ve cinsiyet kimliği temelli insan hakları ihlalleri üzerine alınan çok önemli bir İnsan Hakları Konseyi kararına eşgüdümlü olarak destek sağlamıştır.
Lezbiyen, gay, biseksüel ve transseksüel hakları üzerine bir karar önergesinde verilirken, Güney Afrika şunları belirtti: “Herkesin hiçbir şekilde bir ayırım olmaksızın tüm haklara ve özgürlüklere sahip olma hakkı vardır.”. Brezilya ise Konseyi “uzun süredir kapalı olan diyalog kapılarını açmaya” çağırdı. Özellikle, hükümetlerin böylesi fikirlere geniş sıklıkla karşı çıkmaları bağlamında, gösterilen bu duruşlar önemli bir gerçek liderlik örneği teşkil etmişti. Sergilenen bu liderlik, son birkaç ayda düzenlenen bir dizi bölgesel toplantıyı içeren ve dünya çapındaki dalgalanmalarla devam eden önemli faydalara sağladı.
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin oluşumunun, 21.yüzyıl dünyasını daha etkin biçimde yansıtmasını sağlamaya yönelik reform çalışmaları üzerinde sürekli olarak tartışılıp, bu çalışmalar ertelenmektedir. Ancak böylesi reformlar üzerinde anlaşmaya varılmadan önceki süreçte bile, güç dengesinde yaşanan eksen sapmaları net bir şekilde görülmektedir.
Dünyanın her yerinde, yeni gücün aynı zamanda yeni insan hakları sorumluluklarını da beraberinde getirdiği gerçeğinin daha geniş çevrelerce anlaşılmasını umut etmemiz gerekmektedir. Dış politikada izlediğiniz duruşu, yalnızca başka ülkelerin izlemenizi istemediği politikalara dayalı olarak oluşturmanız, ciddi bir diplomasi izlemek için gerekli bir çözüm yolu olmaktan uzaktır.
Şimdi ihtiyacımız olan – gezegenin kuzeyindeki ve güneyindeki tüm hükümetlerden isteğimiz – şey, hükümetlerin dar politik çıkarlara dayalı kararlar almayı bırakıp, yerine bu kararlardan en çok etkilenecek kesimleri düşünerek karar almaya yönelmesidir.

Read more
Get our weekly email
Comments
We encourage anyone to comment, please consult the oD commenting guidelines if you have any questions.